Perşembe, Ocak 12, 2006

Politik Sanatın Paradoksu (Dyske Suematsu)

Dyske Suematsu'nun WHITE PAPERS – "Paradox of Political Art" yazısının tercümesi..
Orjinali için:
http://www.dyske.com/index.php?view_id=816


Politik sanat eserleri, özellikle hiyararşik bir ahlak veya etik yapısına sahip olanları, benim için her zaman problemli olmuştur. Görsel olmalarını bir yana bırakırsak, bu eserler çeşitli sosyal ve siyasal kuruluşların yaptıkları sözlü söylevlere göre bir farklılık göstermezler. Sanat dünyasının küçük ve içine kapalı bir topluluk olduğunu göz önüne aldığımızda, bu tür bir siyasal evanjelizmin etkinliği tartışılır duruma gelmektedir. Bu yazıda sanatçı olmanın politik bir konum olarak geçerliliğini tartışacağım.

Politik sanat, 60'ların sonunda bir kavramsal sanat akımı olarak doğdu ve 90'lara kadar kuvvetli bir şekilde varlığını sürdürdü. Zirve noktasına 1993'te Whitney Müzesi 'politik bienal'ini düzenlediği zaman ulaştığı söylenebilir. Ardından siyasal doğruluk yönünde bir ters hareket başladı. Sonra 11 Eylül geldi. Politika tekrar revaçtaydı. Bu sadece benim kişisel algılamam olabilir, ancak İnternet'in sanatsal bir mecra olarak kullanılması da politik sanat üretimini teşvik etti. İnternet'in, doğası gereği demokratik ve küresel olması günümüzün uluslararası siyasetiyle yakından ilgili niteliklerdir. Sebep ne olursa olsun, politik sanattaki yeni patlamanın ağırlıklı olarak dijital sanat dünyasında cereyan ettiği görünüyor.

Hans Haacke gibi kavramsal sanatçıların 'kurumsal eleştiri' adını verdikleri uygulamalar çoğunlukla politikanın sanatla ilişkisi üzerinde duruyordu. Bizi sanata bakışın politik anlamları konusunda bilinçlendirdiler. Kaygıları sanatın politikası ile ilgiliydi, yalın politika ile değil. Bu tür sanat, siyasal evanjelizm değil, öz eleştiri olarak görülebilir. Tarihin bir noktasında, sanatla olan bu ilişki kayboldu, bir kavramsal sanat hareketi olan politik sanat tümüyle bir propaganda aracına indirgendi.

Günümüz politik sanatında gördüğüm en belirgin sorun, kendi deterministik doğasıdır. Sanat sık sık çarpıcı sorular sorar, ancak politik sanatın, ahlaksal motivasyonlarla ilintili ise, sorduğu sorular, soru kılığına girmiş ahlaki emirler haline gelir. Başka deyişle, bunlar retorik sorulardır. Böyle olduğunda, konuya doğru ve yanlış bakış açıları oluşmuş olur. Doğru cevap her zaman sanatçı tarafından sağlanmaktadır. Sanat eserinin temel oluşturduğu soru ve tartışmalar, cevabı ya desteklemek ya da reddetmek durumundadır. Eserin değeri de onun diyalektik sonucuna bağlıdır. Bu bakış açısından, izleyicinin politik sanat tecrübesi, gazetelerdeki köşe yazılarını okumaya benzer.

Politik sanatın daha az belirgin ama daha problemli yönü, politik bir sanatçı olmanın politik sonuçları konusundaki dikkatsizliktir. Politik argümanlarını etik üstünlük ile temellendiren bir kişi, bu üstünlüğü kanıtlamak konusunda etik olarak yükümlüdür. Bunu yaparken de her türlü yanlış yönlendirmeye neden olacak hareket ve ifadelerden kaçınmalıdır. Politikada, X ve Y partileri aralarında X'in ahlaki temellerine dayanarak bir anlaşma yapmışlarsa ve iki taraf da eşit haklar prensibine saygı gösteriyorlarsa, buradan X'in bu süreçte Y'yi ahlaki anlamda tatmin etmekle yükümlü olduğu sonucu çıkar.

Örneğin, eğer son Irak Savaşı Bush yönetimi tarafından ahlaki temellere dayandırılarak başlatıldıysa, yönetimin kendi ahlaki bütünlüklerini karşı fikirden olanlara gösterme şeklinde bir yükümlülüğü vardır. Örneğin, Halliburton'a sağlanan kazançlı kontratlar alenen yanlış yönlendirici olduğundan karşı tarafa yapılan bir saygısızlıktır ve ahlaki temellerin denetlenmesini imkansız kılar.

Aynı sebeple, eğer sanatçılar hükümetleri ve özel kuruluşları ahlaki temellere göre eleştiriyorlarsa, bunu yapma nedenlerinin kendi sanatsal kariyerlerinde yükselmek değil, yaptıklarına olan inançları olduğunu göstermekle yükümlüdürler. En nihayetinde sanatçılık da diğer iş alanları gibi bir iştir. Sanatçıların sosyal ve politik eleştiriden kaçacak şekilde ayrıcaklı bir konumda olduklarını farzetmek haksızlık olur. Eğer sanatçılar niyetlerinin bütünlüğünü kanıtlamak zorunda olmazlarsa bunu başkaları neden yapsın? Hükümet kuruluşlarının ve özel şirketlerin gizli niyetleri konusunda spekülasyonlarda bulunabilmemiz, ancak onları eleştiren sanatçıların niyetleri konusunda da spekülasyon yapabilmemiz durumunda hakça olur.

Bu anlamda, örneğin Sue Coe, PETA gibi kuruluşlara, sanatsal kariyerinde yükselme amacıyla hareket ettiğine dair şüphelere yer vermemek için isimsiz olarak yardım yaparak davasına daha iyi hizmet edebilirdi. Sonuçta yaptığı iş daha verimli olurdu.

Politika, ender olarak tek faktöre dayalı olarak işler. Dile getirilen niyetler ile getirilmeyenler birbirine ayrılmayacak bir şekilde bulaşmıştır ve bunlar da bazı güçler ve açmazlar nedeniyle çıkan zorlamaların getirdiği fedakarlıklar ile iç içe geçmiştir. Ancak politik sanatın genel eğilimi, bu geri döndürülemez ve kaçınılmaz kirlenmeyi gözardı etmek ve hiyerarşik olarak karşı görüşler çıkarmak amacıyla altta yatan ahlaki sonuçları sınırlandırmaktır.

Ahlaki saflığın bu işleyişi sanatsal uygulamalarda pek etkili olmaz. Çabalarının gerçek dünyadaki etkileri, veya sanat dünyasında zaten 'kazanılmış' olanlara vaaz veren, politik eylemcilik ile hayatını kazanan, ahlaksal karşı duruşlarıyla kendi tanıtımını yapan sanatçı olarak sorunlu konumu sorulduğunda diğerlerinde eleştirdikleri uzlaşmacı tavrı kendileri göstermekte sakınca görmezler, çünkü kendi çıkmazdaki durumları konusunda temiz kalabilmenin olanaksızlığının farkına varırlar.

Politik sanat konusunda soracağım başka bir soru da etkinliğidir. Sanatçı olarak alınan konum, kişiyi mecburen siyasetin gerçek canalıcı noktalarından uzaklaştırmaktadır. Politikacılar için, bazı politik köşe yazarları, hiçbir zaman araba kullanmamış arka koltuk sürücüleridir. Sadece kuramsal ve ideolojik bakış açılarından, ellerini kirletmeden konuşurlar. Gerçek hayatın zorluklarıyla başa çıkan politikacıların bakış açısıyla eleştiri hakça olamyıp kaçınılmaz olarak tek boyutludur. Politikacılar haklı olarak şu soruyu yönlendirebilirler: Eğer köşe yazarlarının motivasyonları politik ideolojileri ise, siyasal süreçler içinde doğrudan yer almaları, arkalarına yaslanıp başkalarını eleştirmelerinden daha anlamlı olmaz mı?

Aynı soru, savaşa, ahlaksız şirketlere, gizlilik hakkına saldırıya karşı sanat yapan politik sanatçılar için de genişletilebilir. İlginç olan içerik değil, etkin olamadıkları konusunda açık kanıtlara sahip olmaları veya kendilerine daha etkin bir alternatif sunulması durumunda bile mücadeleleri için hangi sebepten ötürü sanatı bir platform olarak seçtikleridir. Ne yazık ki, bu soru pek yönlendirilmemekte ve tartışmaya açılmamaktadır.

Değinmek istediğim son nokta, politik sanatçıların, sanatçı statülerini siyasal davalarının önüne koyma eğilimleridir. El Kaide ve Hamas gibi terörist grupların uzun dönemdeki bir problemi, varlıklarını amaçları ötesinde de sürdürme eğilimleridir. Özellikle İsrail ve Filistin arasında terörizm politik ve ekonomik yapının normal işleyişinin bir parçası olmuştur, öyle ki terörizmin birdenbire ortadan kalkması bölgede güç boşlukları ve kaos yaratacaktır. Bu tip bir ortamda, güç, statü ve kimliğin korunması ideolojik davanın önüne geçmekte, bu da terörizmin sürmesine neden olmaktadır. İronik olan nokta da düşmanın veya karşı ideolojini, kimliğin zorunlu bir bileşeni haline gelmesidir.

Bu, politik sanatta da olan politik bir problemdir. Sanatçı kimliği, amacın önüne geçmektedir. Sanatçı olarak tanınma konusundaki ısrar, motivasyonların saflığını bozmaktadır. Eleştirilen karşı ideolojiler çoktan kendi sanatsal kimlikleri için gerekli birer bileşen haline gelmiştir. Belli bir amaç için motive olmuş, toplumun isimsiz üyeleri olmak yerine sanatçı statülerinde ısrar ettikleri sürece, çözmeye çalıştıkları problemin devam etmesine daha çok katkıda bulunurlar.

Demokrasimiz, hepimizin eşit haklarla doğduğu ilkesi üzerine kurulmuştur. Politik sanatın büyük bölümü sanatı ve sanatçının görünürdeki kültürel otoritesini artırarak bu ilkeyi çiğnemektedir. Bir sanatçı tarafından ifade edilen politik bir görüş isimsiz bir vatandaşınkinden daha otoriter gözükmektedir. Bu yüzden politik sanatçılar fikirlerini isimsiz yurttaşlar olarak değil, sanatçı olarak dile getirmektedirler, oysa demokrasi fikri bu tip eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve hiçbir vatandaşın fikrinin diğerine oranla daha otoriter olmamasını sağlamaktır. Bu, Hollywood yıldızlarının politik görüşleri hakkında alenen beyanat vermemeleri yönündeki görüşün temelidir. Demokrasinin ilkelerine saygı duymak için, tanınmış kişiler, bizim politik görüşlerimizi temsil etmek için seçilen politikacılarla karıştırılmamalıdır.

Elbette bu değişik dereceleri olan bir konudur. Politik görüşleri beyan etmenin demokrasinin ilkelerini çiğnemek olarak kabul edilebileceği belirli bir ünlülük derecesi yoktur. Ancak, demokrasinin temel ilkeleriyle hemfikir iseniz, birincil amaç siyasal bir dava ise, sanatçı olmak yerine, siyaset sistemin içinde doğrudan yer almak halk için daha hakça olacaktır.

(Dyske Suematsu 2004)